7/24 Temliken Tescil Davaları

HARİCEN SATIŞA DAYANARAK BAŞKASINA AİT TAPULU TAŞINMAZ ÜZERİNE BİNA YAPAN MALZEME SAHİBİNİN HAKLARI

Bilindiği üzere tapuda kayıtlı taşınmazların satışı ancak tapuda yapılan resmi işlemle gerçekleşebilmektedir. Hal böyle iken tapuda kayıtlı taşınmazın satışına ilişkin yazılı sözleşmenin resmi biçimde yapılmaması halinde, anılan sözleşmenin TMK. md.706, TBK md.237, Tapu Kanunu md.26 ve Noterlik Kanunu md.60 gereğince geçerli olmadığı açıktır.  Bu durumda geçersiz sözleşme, mülkiyeti devir dahil olmak üzere hak ve borç doğurmayacağından taraflar, verdiklerini haksız iktisap kurallarına göre geri isteyebileceklerdir.  Haricen satış ile tapuda kayıtlı bir gayrimenkulün tamamını yada bir parçasını satın alan kişinin, kendi malzemesi ile bu taşınmaz üzerine bina (yapı) yapması halinde öğretide ve yerleşik Yargıtay uygulamasında başkasına ait tapulu taşınmaza bina yapan malzeme sahibine tanınan haklar şöyledir:

I)Temliken tescil davası açma hakkı;

Bilindiği üzere, bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde malzeme sahibinin iyiniyetli olması yanında diğer bazı koşullar da mevcutsa malzeme sahibi, yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini taşınmaz malikinden isteyebilir. 

TMK’nın 724. maddesinde yapı sahibine tanınan bu hak, kişisel hak niteliğindedir. Diğer bir anlatımla bu hak, bina sahibi ve onun külli halefleri tarafından, inşaat yapılırken taşınmazın maliki kim ise ona ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, taşınmaza sonradan malik olan kişiye karşı da bu kişisel hak ancak yapı sahibini bu haktan mahrum bırakmak amacıyla arsa sahibi ile el ve işbirliği içinde olduğu iddiasıyla ileri sürülebilir.

Öte yandan Yargıtay, TMK.’nın 724. maddesine dayalı olarak temliken tescil davası açma hakkının sadece kendi malzemesi ile başkasının taşınmazına yapı yapan kişiye (yada bu kişinin külli haleflerine)  ait bir hak olduğunu kabul etmektedir. Buna göre başkasının tapulu taşınmazına iyi niyetle yapı yapan malzeme sahibinden sonradan bu yapıyı satın alan üçüncü kişinin TMK.’nın 724. maddesi hukuksal nedenine dayalı dava açma hakkı bulunmamaktadır.

Malzeme sahibinin TMK’nın 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır. Yerleşik Yargıtay uygulamasında bu koşullar şöyle açıklanabilecektir:

a) Malzeme sahibinin iyiniyetli olması koşulu;

TMK.’nın 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşılacağı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul yapı sahibinin iyiniyetli olmasıdır. Burada bahsi geçen  iyi niyet TMK’nın 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyi niyettir. Yargıtay, yapı sahibinin el attığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesi veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmaması ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunması durumlarından birinin varlığı halinde kanunda aranan iyi niyet koşulunun gerçekleştiğini kabul etmektedir.

Hemen ifade delim ki, malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyi niyetin varlığının tarafların iddia ve savunmalarından bağımsız olarak mahkemece re’sen araştırılması gerekmektedir. Filhakika yapı sahibinde aranan iyi niyetin inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmesi gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

İyi niyet koşulunun gerçekleşmediği durumlarda ise diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır.b)Yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olması koşulu;

Yargıtay’a göre bu koşul, dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır.

  1. c) Yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesi koşulu;

Yargıtay uygulamasında uygun bedel, genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmektedir. Ancak büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde, geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, taşınmaza bağlı öteki zararlar da göz önünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle teknik bilirkişiye hesaplattırılmalıdır. Akabinde iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere mahkeme veznesine depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir. 

d)Yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gerektiği koşulu; 

Yargıtay, yukarıda açıklanan tüm koşulların birlikte gerçekleşmesi halinde, harita mühendisleri ile inşaat mühendisinden teşekkül ettirecek bilirkişi heyeti nezaretinde taşınmaz başında keşif yapılması gerektiğini salık vermektedir.

Bu kapsamda mahallinde icra edilecek keşifte taraf tanıklarının dinlenmesi gerektiğine değinen yüksek mahkeme, teknik bilirkişi heyetince yapının değeri ile arazinin değerinin ayrı ayrı belirlenmesi, yapının değeri ile kapsadığı arazinin değeri arasında yapının değeri yönünden değer farkı olması halinde bilirkişilere yapının kapsadığı alanın ifrazının mümkün olup olmadığının sorulması, ifrazın mümkün olması halinde bilirkişilere ifraz krokisi hazırlatılarak İlgili Belediye Encümeninin onayına sunulması, ilgili kurum tarafından ifraz krokisinin onaylanması halinde ifraz edilecek arazinin belirlenen değerinin depo ettirilmesi, belirlenen değerin davacı tarafından depo edilmesi halinde ifraza konu kısım yönünden davalı/ davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi gerektiğini içtihat etmektedir.

Yargıtay, TMK.’nun 724. maddesinde öngörülen koşulların oluştuğunun kabulü halinde, sadece iyi niyetle yapılan bölümün ifrazı suretiyle tescile hükmedilebileceğini, anılan yasal düzenlemenin özüne aykırı olacak şekilde yapı sahibinin çekişmeli taşınmazda paydaş kılınma olanağının bulunmadığını kabul etmektedir.

Öte yandan malzeme/yapı sahibi tarafından taşınmaz malikine önceden ödenmiş bedel var ise bu miktarın ödenecek bedelden mahsup edilmesi gerekmektedir.

Önemle ifade edelim ki Yargıtay, yapı sahibince tapuya kayıtlı taşınmazın kısmen haricen satın alındığı ileri sürülen tarih itibariyle elbirliği mülkiyetine tabi olması halinde, mirasçılardan birisinin tek başına yaptığı temliki sözleşmeye değer verme olanağının bulunmadığını, yapı sahibinin temliken tescil talebinin dinlenmemesi gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Yine Yargıtay, temliken tescil talepli davalarda aranan iyiniyetin kabul edilebilmesi için bina inşa edilen yerin ileride yapı sahibine verileceği ümidiyle taşınmaz üzerinde bina yapılması gerektiğini, paylı mülkiyete konu bir taşınmazdan bir miktar ev yeri satın alınmasında diğer paydaşların da onayının sağlanmaması halinde yapı sahibinin  iyiniyetli olduğunun kabul edilemeyeceğini,  iyiniyetin gerçekleşmediği durumlarda ise diğer koşulların araştırılmasının gerekmediğini kabul etmekledir.

Yapı sahibinin tapulu taşınmazın bir kısmını harici satış sözleşmesi ile satın almasına yönelik temliken tescil talepli olarak açmış olduğu benzer bir davanın temyiz incelemesini yapan yüksek mahkeme, sadece bir kısmı haricen satın alınan taşınmazın arta kalan kısmının davalı taşınmaz malikinin ekonomik olarak tasarrufuna elverişli bir miktar olmaması durumunda geriye kalan bölümün de dava tarihindeki rayiç değerinin bilirkişi marifetiyle tespit edilerek, tespit edilen iş bu bedelin yapı sahibi tarafından mahkeme veznesine depo edilmesi halinde,  bu bölümün de TMK.’nın 724. maddesi gereğince davacı yapı sahibi adına tesciline karar verilmesi gerektiğini kabul etmektedir.

ZAMANAŞIMI

Yarg. 14. HD. T. 13.04.2006, E. 2006/2861, K. 2006/4422, “Somut olayda dava; Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesinden kaynaklanan hakkın ileri sürülmesi ile ortaya çıkmıştır. Yasada 724. maddeye dayanılarak açılan davaların belli bir zamanaşımı süresine tabi tutulduğuna dair hüküm yoktur. Denilebilir ki bu tür davalarda Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi hükmünce 10 yıllık zamanaşımına tabidir ve bu hak kullanılmazsa karşı koyulması halinde ileri sürülemez”

Nihayet TMK m. 724 hükmüne bakıldığından mülkiyetin devri talebinin ileri sürülmesi bakımından herhangi bir süreden bahsedilmediği görülmektedir. Dolayısıyla TMK m. 724 anlamında arazinin mülkiyetinin malzeme sahibine devri talebinin hukuki niteliği şahsi hak olduğu için, TBK m. 146 uyarınca on yıllık zamanaşımı süresi söz konusu olur ve bu süre de inşaatın tamamlandığı tarihten itibaren başlar. Bununla beraber daha sonradan meydana getirilen ilaveler nedeniyle arazinin değerinde bir artış meydana gelirse, yapılan ilavelerden hangisinden sonra artış meydana geldiyse o ilavenin tamamlandığı tarihten itibaren on yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlar.

Doktrinde hakim olan görüşe göre; geçit, taşkın yapı, mecra irtifakı bir ihtiyaçtan kaynaklandığından ihtiyaç sahibinin bu durumu devam ettiği sürece bir zamanaşımı süresine tabi değildir. Anılan konularda diğer bir görüş ise; eşyaya bağlı borçların zamanaşımına uğramayacağı ancak, buna karşılık yine eşyaya bağlı olan tazminat borçlarının zamanaşımına tabi olacağı doğrultusundadır.

Somut olayda dava; Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesinden kaynaklanan hakkın ileri sürülmesi ile ortaya çıkmıştır. Yasada 724. maddeye dayanılarak açılan davaların belli bir zamanaşımı süresine tabi tutulduğuna dair hüküm yoktur. Denilebilir ki bu tür davalarda Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi hükmünce 10 yıllık zamanaşımına tabidir ve bu hak kullanılmazsa karşı koyulması halinde ileri sürülemez. Ancak unutulmamalıdır ki Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesine dayanılarak açılan temliken tescil davasının dinlenebilmesi için bir kimsenin başkasına ait arazi üzerine bir yapı yapması, yapı değerinin açıkça arazi değerinden fazla olması subjektif koşul olarak da iyiniyetli olması gerekir. Başkasına ait arazi üzerine yapı yapıldıktan sonra bu hak hemen kullanılabileceği gibi, yapı başkasının arazisinde kaldığı sürece 10 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş olsa bile yapının varlığı sebebiyle bu süre biter bitmez yeni bir talep ve dava hakkı doğacağından 10 yılın geçmesinden sonra da ileri sürülebilir. Dolayısıyla olayımızda olduğu gibi davacı ve karşı davalıya ait arazideki bina 12 yaşında olsa bile 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmasından sonra yeni bir zamanaşımı süresi başlayacağından davalı ve davacıların Türk Medeni Kanunu’nun 724. maddesine dayalı hakları zamanaşımına uğramamıştır. Mahkemenin ortaya konan bu olguları bir yana bırakarak zamanaşımı varlığından sözedip temliken tescil istemini red etmesi yasaya aykırı olmuştur. (14. HUKUK DAİRESİ 2006/2861 E. 2006/4422 K. 13.4.2006)

II)Muhtesadın aidiyetinin tespitini isteme hakkı;

Yargıtay, temliken tescil şartlarının oluşmaması halinde, şayet davacının muhtesatın aidiyeti hakkında terditli talebi var ise, bu doğrultuda araştırma yapılmasını, koşullarının oluşması halinde taşınmaz üzerine inşa edilen yapının davacıya ait olduğunun tespiti ile tapu sicilinin beyanlar hanesine bu tespitin işlenmesine karar verilmesi gerektiğini içtihat etmektedir.

III)Ödenmiş olan satım bedelinin (semenin) dava tarihine göre güncellenmiş değerini talep hakkı;

Temliken tescil koşullarının oluşmaması halinde, yapı sahibinin seçimlik hakları arasında, ödenmiş olan satım bedelinin (semenin) dava tarihine göre güncellenmiş değerini talep hakkı da bulunmaktadır. Böyle bir durumda Yargıtay, yapı sahibinin iyiniyetli olup olmadığına göre sonuca gidilmesi gerektiğini içtihat etmektedir. Buna göre yapı sahibinin iyiniyetli olduğunun kabul edilmesi halinde dava tarihi itibariyle belirlenecek muhik tazminatın taşınmaz malikinden tahsiline karar verilmesi gerekecektir. Buna karşılık yapı sahibinin iyiniyetli olmadığı sonucuna varılması halinde ise, sadece asgari levazım bedeline hükmedilebilecektir.

Diğer yandan Yargıtay 8. Hukuk Dairesi de, harici satışın hüküm ifade etmemesi durumunda tarafların verdiklerini geri alabileceğini, bunun denkleştirici adalet düşüncesinden kaynaklandığını, harici satış nedeni ile taşınmaz malikine bedel ödendiğinin kanıtlanması halinde harici satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesine göre tazmini gerektiğini içtihat etmektedir.

Denkleştirici adalet ilkesi uyarınca tazminine hükmedilecek tutarın ise, bir hukukçu, bir mali müşavir veya muhasebeci ve bir bankacıdan oluşturulacak üçlü bilirkişi heyeti aracılığı ile harici satış nedeniyle taşınmaz malikine ödendiği kanıtlanan satış bedeli tutarının ödeme tarihinden itibaren belirlenen TEFE-ÜFE endekslerindeki artışlar, altın, döviz fiyat ve kurlarındaki artışlar, işçi ve memur aylılarındaki artışlar ve benzeri ekonomik etkenler gözetilerek ödeme tarihinde dava tarihine kadar uyarlamanın yapılarak dava tarihindeki değerin belirlenmesi gerektiğini kabul etmektedir.

IV)Yapının rayiç bedelinin tazminini isteme hakkı;

Temliken tescil talebinin koşullarının oluşmaması halinde bu defa var ise yapı sahibinin yapının rayiç bedelinin tazmini talebinin araştırılması gerekmektedir. Ancak burada da ilk aranan koşul yapı sahibinin yapının yapıldığı sırada ve yapı tamamlanıncaya kadar iyiniyetli olmasıdır. Bu kapsamda yapı sahibinin başkasına ait tapulu taşınmaza haklı ve geçerli bir neden olmaksızın yapılanması halinde bu talebinin kabul görmeyeceği açıktır.

Öte yandan yapı sahibi tarafından taşınmaz üzerinde inşa edilen muhdesatın bir kısmının eklenti niteliğindeki sökülebilir nitelikte malzemeden oluşması halinde, muhdesat ile sökülüp taşınabilir nitelikteki eklentilerin değerleri ve arazi değeri teknik bilirkişi vasıtasıyla ayrı ayrı belirlenmeli, sökülüp taşınabilir kısımların bedelinin hesaplanan tutardan mahsup edilmesi gerekmektedir.

Yine taşınmaz malikinin yapı sahibine karşı açacağı davada mahkemeden el atmanın önlenmesi ve yıkım talebinde bulunması durumunda, taşınmaz malikinin söz konusu yapıyı temellük etmek istemeyip kaldırılmasına yönelik iradesini açıklamış olacağından, bu durumda da yapının yıkımının fahiş zarar doğurmayacağı ortaya konulur ise yapı sahibinin açtığı tazminat davasının reddine karar verilebilecektir.

İşçi Alacakları ve Tazminatı Çeşitleri

Feshe Bağlı İşçi Alacakları:

  • Kıdem tazminatı,
  • İhbar tazminatı,
  • Yıllık izin ücreti alacağı,
  • Kötü niyet tazminatı vs.

Feshe Bağlı Olmayan İşçi Alacakları:

  • Ücret,
  • Fazla mesai ücreti,
  • Ulusal bayram ve genel tatili ücret alacağı,
  • Hafta tatili ücret alacağı vs.
  • AGİ alacağı

İşçinin, iş güvenliği hükümlerinin kapsamına girebilmesi için;

  • İşyerinde toplam 30 veya daha fazla işçi çalışıyor olması ve
  • İşçinin en az 6 aydır o işyerinde çalışıyor olması gerekir.

İşçi, iş güvenliği kapsamına giriyorsa öncelikle işe iade davası açma hakkına sahip olur. İşe iade davası, işçi işten çıkarıldıktan sonra otuz gün içinde açılmalıdır.
İşçi alacakları, iş sözleşmesi devam ederken yani işçi çalışırken ya da iş sözleşmesinin feshinden sonra doğan birtakım parasal haklardır. Bu alacaklardan kıdem, ihbar, yıllık izin ücreti, kötü niyet tazminatı feshe bağlı alacaklardır. Ücret, fazla mesai, UBGT (Ulusal Bayram ve Genel Tatil), hafta tatili alacakları feshe bağlı değildir, işçi çalışırken hak kazanır ve talep edebilir. İşçi alacakları ve tazminat davaları için 01.01.2018 tarihinde zorunlu arabuluculuk şartı getirilmiştir. Buna göre başvurucu taraf öncelikle arabulucuya başvurusunu yapacak, uzlaşamamaları durumunda tutanakla birlikte ancak dava açabilecektir.
Kıdem Tazminatı:

Kıdem tazminatı alacağı için gerekli şartlar şunlardır;

  • 4857 Sayılı İş Kanunu’na Tabi İşçi Olmak
  • En az bir yıl çalışmış olmak
  • Söz konusu iş sözleşmesinin iş kanununda belirtilen nedenlerden birisi ile sonlandırılması,

Kıdem tazminatı olarak her yıl için 1 aylık giydirilmiş brüt ücret tutarında tazminat verilir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.

Kanunda Kıdem Tazminatı Ödenmesi Gereken Başlıca Haller;

İş sözleşmesinin işçi tarafından haklı nedenle feshedilmesi
Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla işten ayrılması
İşçinin muvazzaf askerlik nedeniyle işten ayrılması
Kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi
İşçinin ölümü sebebiyle iş akdinin son bulması
Sigortalılık süresini (15 yıl) ve prim ödeme gün sayısını (3600) tamamlayarak, yaş koşulu nedeniyle emeklilik hakkını kazanamamış olsa bile kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle.

Kıdem Tazminatı Ödenmeyecek Haller İse;
İşçinin kendi rızası ile işten ayrılması (istifa, tek taraflı fesih)
İşverenin iş akdini haklı nedenle sonlandırması
25.10.2017 tarihinden itibaren bu tarihten sonra yapılan fesihlerde kıdem tazminatı için zamanaşımı süresi fesih tarihinden itibaren 5 yıldır. 25.10.2017 tarihinden önce iş akdinin feshedilmiş olması durumunda ise kıdem tazminatı için zamanaşımı süresi fesih tarihinden itibaren 10 yıldır.

İhbar Tazminatı:
4857 sayılı İş Kanunu uyarınca iş sözleşmesini feshetmeden önce bildirim sürelerine uyulmaması durumunda ödenecek tazminat ihbar tazminatıdır.
6 aya kadar süren çalışmalarda 2 hafta,
6 aydan 1,5 yıla kadar süren çalışmalarda 4 hafta,
1,5 yıldan 3 yıla kadar süren çalışmalarda 6 hafta,
3 yıldan uzun süren çalışmalarda 8 haftadır.
Yıllık İzin Ücreti Alacağı:
Deneme süresi de dahil en az 1 yıl çalışmış olan işçi yıllık izne hak kazanır. Yıllık izin, işçinin dinlenebilmesi için öngörülmüş çalışmadan ücrete hak kazandığı bir zaman dilimidir.
Bir yıldan beş yıla kadar (beş yıl dahil) olanlara 14 günden,
Beş yıldan fazla on beş yıldan az olanlara 20 günden,
On beş yıl (dahil) ve daha fazla olanlara 26 günden az olamaz.
Bununla birlikte 18 ve daha küçük yaştaki işçilerle, 50 ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi yirmi günden az olamaz. Yıllık izin hakkından vazgeçilemez.
01.07.2012 tarihinden önce sona eren iş sözleşmelerinde yıllık ücretli izin alacakları 5 yıllık zamanaşımına tabidir. 01.07.2012 ile 25.10.2017 tarihleri arasında sona eren iş sözleşmelerinde yıllık ücretli izin alacakları 10 yıllık zamanaşımına tabidir. 7036 Sayılı Kanun ile 25.10.2017 tarihinden itibaren sona eren iş sözleşmelerinde yıllık ücretli izin alacakları 5 yıllık zamanaşımına tabidir.
Kötü Niyet Tazminatı:
İş güvencesine tabi olmayan işçinin, işveren tarafından fesih hakkını kötüye kullanarak iş sözleşmesini feshetmesi halinde işçiye bildirim süresinin 3 katı tutarında tazminat ödenir. Belirli süreli sözleşmelerde kötü niyet tazminatı söz konusu olmaz.
Fazla Mesai Alacağı:
Fazla çalışma, haftalık yasal iş süresinin dışında yapılan çalışmanın adıdır. İş Kanunu madde 63’e göre çalışma saati haftada en çok 45 saattir. Bu saatler aksi kararlaştırılmadıkça haftanın günlerine eşit olarak bölünür. Haftalık 45 saati aşan çalışmalar fazla mesai olarak adlandırılır. İşveren her takvim yılı başında işyerlerinde fazla çalışma yaptıracakları işçilerin yazılı onayını veya muvafakatini alma zorunluluğu bulunmaktadır. Fazla mesai ücretlerini talep edebilmek için iş sözleşmesinin feshine gerek yoktur. Hak doğduğu an işçi talep edebilir. 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre iş sözleşmesinin feshi tarihi değil hakkın doğduğu yani işçinin ücreti talep ettiği tarihten itibaren işlemeye başlar.
Günlük çalışma süresi en fazla 11 saattir. 11 saati aşan çalışmalar, haftalık çalışma süresi 45 saati aşmasa da fazla çalışma sayılır.
Gece çalışmaları ise 7,5 saatten fazla olamaz. Yine 7,5 saati aşan çalışmalar haftalık çalışma süresi 45 saati aşmasa da fazla çalışma sayılmaktadır.
Çalışma süresi yıllık olarak da 270 saati aşamaz. 270 saatin aşılması durumunda ise fazla saatler için aylık değerlendirme yapılmaktadır. 270 saat bütün olarak değil 12 aya bölünerek yani aylık 22,5 saat üzerinden değerlendirilir ve bu 22,5 saati aşan çalışmalar fazla çalışma olarak kabul edilir.
4857 sayılı İş Kanunu gereğince fazla süreli çalışma ücreti ise %25, fazla mesai ücreti %50 zamlı ödenmesi gerekmektedir.
Fazla mesai alacaklarının talep edilebilmesi için iş akdinin feshedilmiş olması gerekmeyip, iş akdinin devam ettiği zaman diliminde de işverenden fazla mesai alacakları talep edilebilmektedir.
UBGT Ücreti Alacağı:
İşçi ulusal bayram ve genel tatillerde çalışmazsa o günün ücretini hakkeder. Çalışırsa ayrıca çalıştığı için de bir günlük ücrete hak kazanacağı için ulusal bayram ve genel tatilde 2 yevmiye alacağı açıktır. UBGT ücreti alacağının zamanaşımı 5 yıldır. Bu zamanaşımı da çalışmanın yapılmasından sonra işlemeye başlar.
Hafta Tatili Ücreti Alacağı
Bir işçinin 7 günlük bir zaman dilimi içerisinde kesintisiz 1 gün dinlenme hakkı vardır. Bu tatil gününde işçi çalışmadan ücrete hak kazanır. Çalışması durumunda fazla mesai yaptığı için 1,5 katını da hakkeder ve toplam günlük ücretinin 2,5 katı tutarında bir ücret alır. Haftalık tatil ücretinin zamanaşımı da 5 yıldır bu da hak doğumundan itibaren işlemeye başlar.
Ücret Alacağı
Ücret, iş sözleşmesinin esaslı unsurlarından biri olmakla birlikte işçinin yaptığı iş verdiği emek karşısında işveren veya üçüncü bir kişi tarafından sağlanan ödemedir. Ücret en geç ayda bir ödenir. Ücreti ödeme gününden itibaren yirmi gün içinde mücbir bir neden dışında ödenmeyen işçi, iş görme borcunu yerine getirmekten kaçınabilir. Ödenmeyen ücret için zamanaşımı 5 yıldır.
Asgari Geçim İndirimi
AGİ, 01.01.2008’den itibaren zorunlu hale gelen, işçinin kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu ailesi çocukları için devletin uyguladığı bir gelir vergisi indirimidir. AGİ hesaplamasında işçinin medeni hali, çocuk sayısı, asgari ücretin yıllık brüt ücreti gibi etkenler dikkate alınır.

İŞYERİNİN DEVRİ ve HUKUKİ SONUÇLARI

4857 Sayılı İş Kanunu’na göre kural olarak; kesin ve sürekli veya geçici ve süreli olarak işyerinin tamamının veya sadece bir bölümünün “hukuki bir işleme dayalı olarak” devri halinde iş sözleşmeleri devralan işverenle aynen devam eder.

Buradaki “hukukî işleme dayalı” ifadesi geniş şekilde değerlendirilmeli, yazılı, sözlü ve hatta zımnî bir anlaşma da yeterli görülmelidir. (Yargıtay 9. HD 2015/30667 E, 2019/4952 K, 27.02.2019)

“Devir, bir ekonomik bütünlüğü olan işletme veya işyeri ya da işyerinin bir kısmının kendi kimliğini koruyarak devrini ifade eder”(Yargıtay 9.HD, 6.4.2009, 13501/9655). Buradaki ekonomik bütünlüğü, mal ve hizmet üretimi olarak anlamak gerekir. Bu durumda devirden sonra devralan işveren nezdinde ekonomik bütünlüğün kimliğinin korunup korunmadığının tespiti gerekmektedir. Buna ilişkin yine Yargıtay’a göre yürütülen faaliyetin devirden sonra yeni işveren tarafından aynı veya özdeş biçimde sürdürülmesi ile birlikte, işyerinin taşınmaz ve taşınır malları ile maddî olmayan varlıkların, işyerinde çalışan işçilerin sayı ve uzmanlık bakımından çoğunluğunun, bunun yanı sıra müşteri çevresinin devredilip devredilmediği, devir öncesi ve sonrasındaki faaliyetler arasında benzerlik olup olmadığı, devir sebebiyle işyerinde faaliyet askıya alınmışsa askı süresi gibi koşullar da göz önünde tutulmalıdır. Bu ölçütlerden bir kısmının devri de ekonomik bütünlüğün karakterinin korunduğunu gösterir.

Bu itibarla devir işleminde önemli olan husus devredilen üretim faktörleri arasında işlevsel bağlılığın korunması ve başka bir organizasyon yapısına dâhil olunduğunda, devralanın bu yolla aynı veya aynı tür ekonomik faaliyeti devam ettirmesidir.

İşyerini veya bir bölümünü karakterize eden unsurların faaliyet alanına göre belirlenmesi gerekmektedir. Mal imal eden işyerlerinde maddi unsurlar, örneğin makina ve araçlar öne çıkarken, hizmet üreten işyerlerinde know-how, patent, lisans ve işgücü gibi unsurlar ön plandadır. Örneğin bir ilaç fabrikasının serum bölümü, ilaç üretimi yapan başka bir işveren tarafından devralınabilir. Bunun gibi, bir kağıt fabrikasının müşteri hizmetleri ve satış bölümünün, başka bir işverenin amacı pazarlama ve satış olan işyerine kimliğini koruyarak devri mümkündür.

İşyeri kimliğinin belirleyici unsuru işgücü ise diğer söyleyişle işçi topluluğu organizasyonel birlik oluşturuyorsa, örneğin; reklam ajansı, modaevi, danışmanlık, bilgisayar yazılımı, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde, salt işgücünün devri işyerinin devri sayılabilir. Bu gibi durumlarda vasıflı işçilik ve yaratıcılık ön planda olduğundan işgücü, işyerini veya işyeri bölümünü karakterize eder, kimliğini belirler ve işgücünün devri İK 6 anlamında işyerinin devri sayılır. Yüksek mahkeme bu konuda şu görüşe yer vermiştir: “Ağırlıklı olarak işgücünün önem arzettiği bazı hizmetlerde, işçilerin tamamı ekonomik bütünlüğü oluşturabilir. Bu tür bir faaliyetle yeni işletme sahibi, hem selefinin icra ettiği faaliyetlerin aynısını sürdürüyor, hem de önceki işverenin ilgili faaliyeti için kullandığı işçilerin sayı ve uzmanlık yönü itibari ile önemli sayılabilecek bir kısmını da devralarak çalıştırmaya devam ediyorsa, devralınan ekonomik bütünlüğün kimliğini koruduğu söylenebilecektir”. (Y9HD, 6.4.2009, 13501/9655)

İşyerinin tamamının veya bir bölümünün satış yoluyla devri halinde de, kira yoluyla devri halinde de İş Kanununun işyerinin devrine ilişkin hükümleri uygulanır.

İşverenin ölümü halinde tüm hak ve borçlar külli halefiyet yoluyla başka bir hukuki işleme gerek kalmaksızın mirasçılara intikal ettiğinden, iş sözleşmeleri doğrudan mirasçılara yani devralan işverene geçer.

İşyerinin önceleri gerçek kişi ya da kişilerce işletilmesinin ardından şirketleşmeye gidilmesi durumu da işyeri devri sayılmalıdır. Önceki gerçek kişi olan işverenlerin devralan tüzel kişi ortakları olması bu devir ilişkisini ortadan kaldırmamaktadır (Yargıtay 9.HD. 22.7.2008 gün 2007/20491 E, 2008/21645 K.). Aynı şekilde daha önce tüzel kişi şirket olan işverenin işyerini bir gerçek şahsa devretmesi de mümkündür. Devralanın şirketin hissedarlarından biri olması da sonucu değiştirmeyecektir. Adi ortaklardan bir ya da bazılarının hisselerini devri de sorumlulukların belirlenmesi noktasında işyeri devri olarak işlem görmelidir.

Basın İş Kanununa tabi işyerleri bakımından, işyerinin belirleyici unsurlarından olan marka, logo ve yayın imtiyaz hakları gibi maddî olmayan unsurların devri de işyeri devri olarak değerlendirilmelidir (Yargıtay 9. HD, 19.1.2010 gün, 2009/42958 E, 2009/354 K).

Özelleştirme İşlemi sonucu kamuya ait hisselerin devri de işyeri devri olarak değerlendirilemez. Belirtilen işlemde, işyeri aynı tüzel kişilik altında faaliyetini sürdürmekte sadece kamuya ait hisselerin bir kısmı ya da tamamı el değiştirmiş olmaktadır. Bununla birlikte tamamı kamuya ait olan bir işyerinin özelleştirme işlemi sonucu başka bir işverene geçmesi işyeri devri olarak değerlendirilmelidir. (Yargıtay 9.HD. 08.07.2008 gün ve 2008/25370 E, 2008/19682 K)

İşverenin iflas dolayısıyla malvarlığının tasfiyesi sonucu işyerinin veya bir bölümünün başkasına devri halinde İş kanunun işyerinin devrine ilişkin hükümleri uygulanmaz.

İŞYERİNİN DEVRİNİN İŞÇİLİK ALACAKLARINA ETKİLERİ

İşyeri veya işyerinin bir bölümü devredildiğinde, devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer. İşyerinin devri halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devralan işveren de iki yıl süreyle devreden işverenle müteselsil sorumludur.

Ancak, devirden önce iş sözleşmeleri sona ermiş ise, daha sonra yapılan iş sözleşmeleri için kural olarak devralan işverenin, devreden işveren döneminde doğan işçi alacaklarından ve geçirilen hizmet sürelerinden sorumluluğu söz konusu olmaz. Bu durumda, işyerinin devrinden önceki işçi alacaklarından devreden işveren tek başına sorumlu olup, bu alacaklar nedeniyle devralan işverene başvurulamaz.

Devreden işverenin müteselsil sorumluluğu devirden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken (örneğin ücret borçları) borçlarla sınırlıdır. İşyerinin devri ile iş ilişkisinin tarafı olmaktan çıkan devreden işverenin kendi döneminde gerçekleşmemiş işçilik alacaklarından sorumlu tutulması düşünülemez. (Yargıtay 9.HD, 11.4.2005, 23994/12847)

İşçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapılacağından, ihbar tazminatı, kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti gibi haklarda işçinin kıdemi devreden işverenin yanında işe girdiği tarihten, devralan işverenin yanında söz konusu hakları elde ettiği tarihe kadar olan sürenin toplamı üzerinden hesaplanır.

Devralan işveren zamanında iş akdinin usulsüz feshi sonucu gerçekleşen ihbar tazminatından, devreden işveren yanında geçen hizmet süresi de göz önünde tutulmak suretiyle devralan işveren sorumludur. Aynı şekilde, yıllık izin haklarının verilmemesi halinde işçiler izin süreleri karşılığının ücret olarak ödenmesini iş akdi devam ederken talep edemezler. Çünkü amaç, işçilere bu sürelere karşılık ücretin ödenmesi değil, dinlenmelerinin sağlanmasıdır. Yıllık izin sürelerin ücrete dönüşmesi ve bu ücretin muaccel hale gelmesi ancak artık izin kullandırma olanağının kalmadığı iş akdinin sona ermesi halinde gerçekleşir (İK 59). Bu nedenle devreden işveren döneminde doğmuş bir işçi alacağı söz konusu değildir. Ücrete dönüşen yıllık ücretli izin hakkı devralan işveren tarafından ödenir.

Kıdem tazminatı konusunda ise, bu tazminatı özel olarak düzenleyen ve halen yürürlükte olan 1475 sayılı İş Kanununun 14. maddesinin 2. fıkrasının uygulanması gerekir. Bu hükme göre devreden işverenin bu konudaki sorumluluğu işçiyi çalıştırdığı sürelerle ve devir esnasındaki işçinin aldığı ücret seviyesiyle sınırlıdır. İşçi devreden ve devralan işverenler yanında geçirdiği sürelerin toplamı üzerinden kıdem tazminatını devralan işverenden talep edecektir. Kıdem tazminatının tümü son ücret üzerinden devralan işveren tarafından ödenecek, bu işveren ödediği tazminatın, devreden işverenin işçiyi çalıştırdığı sürelerle ve devir esnasındaki işçinin aldığı ücret seviyesiyle sınırlı olan kısmını devredene rücu edecektir. 1475 sayılı yasanın 14/2. maddesinde devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, İK 6’da yer alan devreden işveren için iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu değildir.

İşyeri devri halinde kıdem tazminatı bakımından devreden işveren kendi dönemi ve devir tarihindeki son ücreti ile sınırlı olmak üzere sorumludur. 1475 sayılı Yasanın 14’üncü maddesinin ikinci fıkrasında, devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, 4857 sayılı Yasanın 6’ncı maddesinde sözü edilen devreden işveren için öngörülen iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu olmaz. O halde kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, ancak devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir. Feshe bağlı diğer haklar olan ihbar tazminatı ve kullanılmayan izin ücretlerinden son işveren sorumlu olup, devreden işverenin bu işçilik alacaklarından herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. (Yargıtay 22. HD 2017/27163 E, 2020/1397 K, 03.02.2020)

İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 Sayılı İş Kanununun 6. Maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumludur.

“Somut olayda davacının davalı Milli Piyango İdaresi işyerinde diğer davalının işçisi olarak çalıştığı, ihalenin başka şirkete verilmesi üzerine iş aktinin feshedildiği ve davacının ihaleyi yeni alan şirkette ara vermeden çalışmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Dosya içeriğinden işyerinin açık bir şekilde devredilmeyip zımni olarak devredildiği bellidir. Sosyal Sigortalar Kurumuna yapılan çıkış bildirimi ve alt işverenin kurumsal açıdan yaptığı olağan bir işlemdir. Bu nedenle devri ortadan kaldırmaz. Davacı da ertesi gün işi alan diğer alt işveren yanında başlayarak bu olguyu doğrulamıştır. Bu nedenle feshe bağlı kıdem, ihbar tazminatı ve yıllık izin alacağının reddi gerekirken yazılı şekilde kabulü hatalıdır.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 07.12.2011 gün ve 2011/9-589 E, 2011/740 K)

Tüzel kişiliğin birleşme veya katılma ya da türünün değişmesiyle sona ermesi halinde müteselsil sorumluluk hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmüşse de, tüzel kişiliğin ortadan kalktığı bu gibi durumlarda esasen sorumluluğun söz konusu olmayacağı açıktır.

İŞYERİNİN DEVRİNİN TARAFLARIN FESİH HAKKINA ETKİSİ

İşyeri devri fesih niteliğinde olmadığından, devir sebebiyle feshe bağlı hakların istenmesi mümkün olmaz. Aynı şekilde işyeri devri kural olarak işçiye haklı fesih imkânı vermez. Bu nedenle işçi fesihten doğan herhangi bir hakkı talep edemez. Yargıtay’a göre de “Devirle birlikte davacının hizmet akdi devralan işverene geçmiş olur. Böyle olunca ihbar ve kıdem tazminatı hakkı doğmaz. Bu husus gözetilmeksizin işyerini devreden önceki işverenin bu aşamada kıdem tazminatından ve ihbar tazminatından sorumlu tutulması doğru değildir”.(Y9HD, 17.1.1991, 9163/195)

İşyerinin devrinin çalışma koşullarında değişiklik meydana getirip getirmediği ayrıca incelenmelidir. Devirden sonra çalışma koşullarında esaslı bir değişiklik ortaya çıkmışsa, örneğin vasıflı bir işçi bu niteliği taşımayan bir işe verilmişse, bu durum yeni işverenle devam eden iş ilişkisinde işçi aleyhine tek taraflı esaslı değişiklik anlamına gelir ve İK 22’de düzenlenen değişiklik feshinin koşulları ortaya çıkar.